Unutmamak...

Tam bu sırada telefonum çaldı… Telefondaki kişi, benim öğretmenler günümü kutluyordu.

Unutmamak...
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Akşam eve döndüğümde moralim oldukça bozuktu. Gündüz yaşadıklarımı bir türlü üzerimden atamıyordum. İnsanların bu kadar çok çıkarcı ve nankör olmalarına fena halde bozulmuştum.

Tamamen karamsar yorumlar yapıyordum:

“Öğrenciler güçlükle not aldıkları öğretmenlere şirin görünmek uğruna, öğretmenler gününde hediyelerini sunmak için yarışıyorlar. Oysa ben hiçbir zaman notu bir baskı unsuru olarak görmediğimden, not verme konusunda çok cömert davranıyorum. Herhalde bu yüzden olacak öğretmenler günümü doğru dürüst kutlamadılar”.

Artık hediyeler yatırım olmuş diye düşünüyor, insanların hakkında olumsuz düşünceler kaplıyor, kötümser genellemeler yapıyordum.

Tam bu sırada telefonum çaldı… Telefondaki kişi, benim öğretmenler günümü kutluyordu.

“Siz beni tanıyamasınız ama ben sizi tanıyorum. Mümkünse bir yerde bir şeyler içebilirmiyiz?”

Davetini kabul etmekle birlikte, oldukça meraklanmıştım. Evimin adresini aldıktan sonra, beş dakika içinde kapının önünden beni alacağını söyledi.

Aşağı indiğimde, son derece lüks bir arabadan genç bir delikanlı indi. Selamlaştıktan sonra yakındaki bir pastaneye gittik.

Kim olduğunu düşünüyor ve kendisini tanıyamadığım için de bir yandan utanıyordum…

Ben onun kim olduğunu merak ederken, o anlatmaya başladı:

“İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Çok soğuk bir akşamdı. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Akşam okuldan çıktığımda, hava iyice kararmıştı. Bütün arkadaşlarımın annesi, babası veya herhangi bir yakını onların ellerinden tutarak veya arabalarına bindirerek, evlerine götürüyorlardı.

Annem, babam olmadığından anneannem çok yaşlı olduğu için, okula yalnız gidip geliyordum.

Aslında bundan yakındığım da yoktu. Ara sıra ennesinin ellerini tutan çocuklara özense de,aslında kendimi onlardan daha bağımsız ve cesur buluyordum.

Ama o akşam, hava inanılmaz derecede berbattı. Tipi şeklinde kar yağıyordu. Düşe kalka eve gitmeye çalışıyordum ama iki adım ötemi göremiyordum. Üstelik çok üşüyordum. Paltom yoktu ve ayakkabılarımın içinde ayaklarım soğuktan sızlıyordu. Bir apartman köşesinde büzülüp kaldım. Ortalıkta hiç kimse yoktu, ışıklar bir kesiliyor bir geliyordu.

İşte tam o sırada siz karşıma çıktınız ve benim yanıma geldiniz; öğretmen olduğunuzu ve çalıştığınız okulu söylediniz. Biliyorum, size güvenmem için bunu yaptınız ve benim de size güvenmekten başka çarem yoktu zaten.

Beni evime kadar götürdünüz. Anneannem merak içindeydi, durmadan ağlıyordu ama o da birkaç gündür çok hastaydı.Beni aramaya çıkacak gücü yoktu.

Size dualar etti. Sonra onunla uzun uzun konuştunuz. Ertesi gün geldiğinizde bir paket getirdiniz. Bu pakette eldiven, bot, palto ve kaşkol vardı. İşte ondan sonra, zaman zaman bizim evimize geldiniz.

Öğretmenimle konuştunuz ve durumumu daha detaylı ona anlattınız.

Ondan sonra da yardımsever insanlardan bana burslar sağladınız. Sonra sizin tayiniz çıktı ve memleketinize gittiniz. Ben ise yaşam mücadelesine devam ederek, hukuk fakültesini bitirdim ve sizin adresinizi bulmaya çalıştım.

Bugün sırf sizi bulmak ve konuşabilmek için İstanbul’dan buraya geldim. Sizin elinizi öpmek ve öğretmenler gününüzü kutlamak istiyorum. Lütfen şu küçük hediyemi kabul edin.

O soğuk günde benim soğuktan çatlamış ellerimi tuttuğunuzda bir insanı yaşama kazandırmış oldunuz.

Size çok teşekkür ederim.”

Paketi açtığım zaman içinde, çok uzun yıllar önce ona almış olduğum giyeceklerin anısını yansıtan bir bere, çok nefis bir atkı ve bir çift eldiven vardı.

Gözyaşlarımı tutamadım ve hüngür hüngür ağladım. O akşam onunla vedalaştıktan sonra içimde bambaşka bir duygu oluşmuştu. İçimdeki karamsarlık bulutları dağılmış ve yerini bir demet ışığa bırakmıştı.

Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin.

Geriye kalan et ve kemiksin.

Gül düşünürsün, gülistan olursun.

Diken düşünürsün, dikenlik olursun der ya Hz. Mevlana.

SEVGİyle kalın...

Chenay Kobak