Atatürk'ün tarihe geçen anıları !

'Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!'

Atatürk'ün tarihe geçen anıları !
TAKİP ET Google News ile Takip Et

"Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi?"

Muallimler Ankara'da bir toplantı yapmışlar, bu içtimaya iki-üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı.

Muallim hanımların içtimaya gitmelerini hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gazi'ye şikâyete giderler. Gazi kızarak:

''Kimmiş muallimler cemiyet reisi? Çağırın onu! ‘der. Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır:

''Siz Muallimler içtimada ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?'' Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir. Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam eder:

''Olur, şey değil, olur şey değil! Mazhar müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışır:

''Efendim vallahi...''

''Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?''

"Oradan böyle geçilir"

Salih Bozok anlatıyor:

İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler ve bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Hâlbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altına tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkân görülmüyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askeri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerin arasına karıştı ve sordu:

''Niçin geçmiyorsunuz? '' İçlerinden biri cevap verdi:

''Düşman ölüm saçıyor, geçilmez !'' Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden:

''Oradan böyle geçilir!'' dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.

"Yurdumun toprağı temizdir"

Kral Edward İstanbul’a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır. Atatürk de rıhtımda onu beklemektedir. Deniz dalgalı olduğundan, kralın bindiği motor, sürekli inip çıkmaktadır. İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada, eli yere değerek tozlanır.

O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan, kral da ona elini uzatmadan önce mendiline silmek ister. Ama Atatürk hemen devreye girer ve:

''Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez.'' diyerek kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır.

"Japon veliahtının Türkiye'yi ziyareti"

Japon Veliahttı Türkiye'yi ziyarete gelmiştir. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasında yenilir, içilir. Atatürk, bir aralık Japon tarihinden söz açar ve bir meydan muharebesini anlatır.

Japon veliahttı hayret etmiştir. Atatürk, tarihten mitolojiye geçer ve yine Japon mitolojisinden konuşmaya devam eder. Veliahttın ağzı açık kalır. Söz nihayet edebiyata intikal eder, Atatürk:

''Japon Şiir’inin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır...'' diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okur. Veliaht;

''Bunları nereden biliyorsunuz?'' diye soramaz. Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştır. Ama Atatürk hep böyledir. Her şeyi planlı yapar ve uygular. O, bütün bunları, veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmiştir.

"Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!"

Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:

Atatürk'ün Çankaya Köşkü'ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:

''Emrederseniz derhal keselim Paşam.'' Bir an yüzüme baktı, sonra:

''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !''

"Sakarya'nın değerini küçültmüş olursunuz dostum."

Zaferi'nin üzerinden yıllar geçmiştir. Dönemin ünlü ve bir o kadar yetenekli ressamlarından biri, Mustafa Kemal'e Sakarya Savaşı'nı gösteren bir tablo hediye eder. Savaşın tüm heybet ve azametiyle işlenmeye çalışıldığı bu tabloda Ata, ön planda yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak tasvir edilmiştir. Ressam, bu kompozisyon karşısında tebrik beklerken, Mustafa Kemal'in:

''Bu tabloyu kimseye göstermeyin.'' demesi üzerine şaşırıp kalır. Herkes ne söyleyeceğini bilemez halde birbirlerine bakarken Mustafa Kemal şu açıklamayı yapar:

''Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri bir kemikten ibaretti; bizim de onlardan arta kalır yanımız yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atları da, savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle, Sakarya'nın değerini küçültmüş oluyorsunuz dostum.''

"Sakarya Savaşı'ndan dönüş..."

Meydan Savaşı Türk Ordularının zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönmektedir. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir karşılama düzenlemişlerdir. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükumet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutup arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerlemektedirler.

Meclis binasının önüne gelindiğinde Gazi alayın başında bulunanların yukarıya doğru yol almakta olduğunu fark etmişti. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: ''cemaat'' halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun ''yüksek maneviyatının yardımıyla'' kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacaktır. Gazi:

''Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! '' deyip doğruca meclis binasına sapar. Atatürk yıllar sonra bu olayı anlatırken sözüne şunları da eklemiştir:

''Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların ''maneviyatı'' olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.''

"Kılıç Ali anlatıyor:"

İlk mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün meclise başkanlık ediyordu. Meclisin tanınmış din âlimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:

''Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Affedersiniz ben bu laikliğin manasını anlamıyorum, nedir bu laiklik ? '' diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:

''Adam olmaktır Hocam, adam olmak! '' diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır.

"Amerikalı kadın gazeteci"

Niyazi Ahmet Banoğlu anlatıyor:

Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e:

''İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz? '' diye sormuş ve şu cevabı almıştı:

''Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş zaten kendi kendine yürür.''

"Övülmeyi sevmezdi..."

Atatürk ne kadar bir asker, komutan, yönetici olsa da; duyguları, sevinçleri, sinir ve neşesi bizden biriydi. Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa öyküde belirlenir:

"Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştır."

Bunlar içinde şöyleleri vardır:

''Atatürk bizim en büyüğümüzdür.'', '' Atatürk bu milletin en yücesidir.'' ''Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı.'' 'Atatürk listeyi dikkatle gözden geçirir. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizerek, hepsinin yerine kendini en iyi ifade eden şu satırları yazar:

''Atatürk bizden biridir.''

"Ölümünden sonra..."

Sene 1938, 10 Kasım... İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir alman profesör var, Hukuk Fakültesi’nde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:

''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam? ''

''Sizde büyük bir adam ölümce ne yaparlarsa, onu yapın.'' İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki. ‘der.

Avusturya basınından "Neue Freie Presse;

"Türk halkı, kurtarıcısını ve babasını kaybetti."

Danimarka basınından "National Tidence;

Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir."


ABD basınından "Chicago Tribune

"Dünya sahnesinden tarihin en dikkat çekici adamlarından biri geçti."


İngiliz basınından "Daily Telgraph;

"Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır."


Fransız basınından "La Libre Belgique"

"Türkiye’nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir. Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk’tür."


Alman basınından "Börsen-Zeitung"

"Almanya, Atatürk’ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda, tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak kudretli bir kişilik görmektedir."


MİNNET,SAYGI,SEVGİ, ŞÜKRAN VE SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMİZLE...NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...!

Chenay Kobak