Hasbi Demirtaş

Açgözlünün Gözünü Toprak Doyurur!

Hasbi Demirtaş

Yeterince bir şeylere sahip olmayan insan, hayatını idame edebilmek adına yaşamsal mücadele verirken, diğer taraftan aç gözlülük gösteren ise en büyük ben olayım egosuyla her şeye sahip olabilme çabası içinde hareket eder.

Maddi varlıklara ihtiyacı dışında sahip olma hırsı ve azmi, kural tanımaksızın sınırsız hareket etme ve her ne olursa olsun sahip olma arzusu aç gözlülüktür.

Toplumda insanlar arsında maddi ve kültürel uçurumları var edip, ayrıcalıklı sınıflar meydana getirilir. Böylece toplumu kendine kul ederek kolay yönetmek politik bir yöntemdir.

Gelecek korkusu ve endişesi taşıyan toplumlarda yeterli eğitim, kültür ve adalet alt yapısı oluşmadığından işçi sınıfı ve emekçi kesim maddi yetersizlik endişesiyle derin bir korku ve kaygı psikolojisine kapılır.

Ekonomik bağımsızlığını kazanmış olmalarına rağmen daha fazlasına sahip olma duygusuyla fakir - fukaranın payına göz diken insanların insani değerleri sorgulanmalıdır. Bu olsa olsa psikolojik bir hastalıktır. Her şeyin sınırlı olduğu dünyada, sınırsız mal sahibi, servet ve varlık sahibi olmayı düşünmek ne kadar doğrudur?

Çok büyük varlık sahibi olmak, güçlü olmak ve her şeye hükmetmek arzusu içinde olan taciri, zamanın başkanı huzuruna çağırır ve ne istediğini sorar.

Çok zengin olma isteği olan tacirin yanıtı: güçlü ve egemen olmak için mal varlığını daha da artırmak olduğunu ifade eder.

Başkan: “nereyi istersen al, bizde toprak bol” der.

Tacir, Aldığı toprağın bedelini sorduğunda ise;

Başkan, bizde topraklar gün hesabıyla satılır. “Bir günde yürüyerek sınırlarını çizdiğin kadar arazi az bir para karşılığı senindir” der.

Tacir, bu cevap karşısında şaşırıp kalır. İnsan bir günde koca bir araziyi dolanabilir diye düşünür.

Başkan, tek bir şartı olduğunu; gün doğuşuyla yürümeye başlayacağını, gün batımıyla başladığı yere dönmesi gerektiğini belirtir.

Senin başlamak istediğin noktada duracağız. Sen de oradan başlarsın, her dönüşünde bir çukur açarak işaret bırakırsın; arada kalan yerleri de biz işaretleriz. Unutma; ne kadar büyük daire yapsan da, gün batmadan başladığın yere dönmek zorundasın; o zamana dek ne kadar yeri işaretlediysen, kendi malın say.

Tacir o gece sabaha kadar uyuyamadı, aklında alacağı topraklar vardı. En bitek kısımları kendine ayırıp, ekip biçeceğini; elverişsiz kısımları da satacağının hayalini kurdu.

Başkan, ertesi sabah gün doğumuyla başlama noktasına bir işaret koyarak, başlama ve bitiş noktası burası dedikten sonra tacirin yürümesi başladı.

Su matarası ve gün içerisinde acıkınca atıştıracağı azığını yanına alan tacir, bir süre nereden başlamasının daha iyi olacağını düşündü. Hiçbir yer vazgeçilir görünmedi gözlerine. Yüzünü doğuya çevirip, yürümeye başladı.

Güneşin ilk ışınları ufukta belirdiğinde, ilk yürüyüş hızı tam kararındaydı. Yaklaşık bir kilometre yürümüş ve yeri işaretlemişti. Bir süre daha gittikten sonra oraya da işaret bıraktı. Arkasına dönüp baktığında, başlangıç noktasından yaklaşık üç kilometre uzaklaştığını düşündü. Öğlen saatlerinde sıcak gittikçe artıyordu. Ceketini çıkartıp omuzuna atarak yürümeyi sürdürdü. Sıcak giderek dayanılmaz hale geliyordu ama geri dönmek için vaktin çok erken olduğu kanaatindeydi.

Birkaç bir şey atıştırdıktan sonra yine yürümeye başladı. Biraz daha gider ve sola dönerim. Şurası ne kadar güzel, almazsam üzülürüm diye aklından geçirdi.

Her geçtiği yerleri işaretleyerek yürümeye devam etti. Bir ara arkasını dönüp baktığında başlangıç noktasını göremedi, tanrım çok uzaklaşmışım diye kendi kendine söylendi. Durup matarasından su içti. Ardından tekrar yürümeye başladı. Otlar adam boyu, hava boğacak kadar sıcaktı.

Giderek yorulmaya başladı. Soluklanıp, dinlenmek için oturdu. Hem yemeğini yiyecek hem de dinlenecekti.

Bir süre dinlendikten sonra tekrar yola revan oldu.

Saatler ilerledikçe güneş altında yürümenin amansız yorgunluğunu artarak daha fazla hissetmeye başladı.

Lakin -bir saat yorul ömür boyu rahat et- diye düşünüp yürüdü. Tam geri dönecekti ki, bir dere gördü burayı topraklarıma katmazsam yazık olur diyerek derenin etrafını döndü ve gerekli yerleri işaretledi. Gördüğü her yere yürümek ve kendi topraklarına katmak istiyordu.

Gün batımı yaklaştıkça yorgunluğu da giderek artıyordu. Hatta adımlarını zor atar duruma gelmişti. Artık dermanı kalmamıştı.

Tanrım diye serzenişte bulundu. Zamanında yetişemezsem diye endişelenmeye başladı.

Geri dönüşe başladığında, varacağı yer çok uzak geldi. Zira çok yorulmuştu. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir zaman sonra ceketini, matarasını ve azık torbasını attı. Elinde sadece yürürken güç aldığı sopası kaldı. Koşar adım gitmeye başladı. Bir yandan da nedamet duygusuyla “ne halt ettim ben” diye düşündü. Aç gözlülük yapıp çok yer dolaştım, hepsi benim olsun istedim.

Gün batımına yetişemezsem kaygısına kapıldı.

Bunları düşünmek son gücünü yitirmesine neden oluyordu. Bir yanda da koşmayı sürdürüyordu; yorgun, umutsuz, susuz. Kalbi deli gibi atıyor, bacaklarını hissetmiyordu. Birden ölüm korkusu sardı benliğini…

Gün batımı iyice yaklaşmıştı, güneş alabildiğine alçalmıştı. Neredeyse batacaktı. Bitiş noktasında kendisini bekleyenlerin gayretlendirmek için söylediklerini duyabiliyordu. Dayanma gücünün de tükendiğini hissediyordu.

“Yeterince toprak var” lakin Allah benim bu toprakları ekip biçmeme izin verecek mi?  “Bitiş noktasına asla varamayacağım” diye düşünmeye başladı.

Dizlerindeki son bir güç ile atak yaparak, bedeni öne eğilmiş vaziyette, nefes nefese kalmış vaziyette güneş batımıyla birlikte bitiş noktasında yere kapaklandı.

Bitap halde, gözleri kararmıştı nerede olduğunu tam kestiremiyordu.

Başkanın sesi duyuldu: “bir sürü toprağın oldu!”

Başkanın adamlarından biri tüccarı yattığı yerden kaldırmak istedi, ama tacirin ağzından kan sızıyordu; son nefesini vermişti!

Ve orada bir mezar kazıp, taciri gömmüşlerdi.

İki metrelik toprak doyurmuştu gözünü.

Şu da bir gerçek ki, varlıklar adaletli ve demokratik yapı içerisinde eşit ve adil paylaşıldığında ancak anlam ve değer ifade ederler.

Kendilerini herkesten üstün ve özel olduğunu topluma dikte ederek, varlık ve şaşaa içerisinde yaşayanlar doyumsuzca yaşarlar. Bu karakterdeki kişilere ne kadar servet verilse, hatta dünyayı versen asla yetinmezler, yeter demezler.

Hasbi Demirtaş

Yazarın Diğer Yazıları