Bir tutam Özkan…

Silivri'nin tanınmış bir yüzü Özkan Kandemir… Radyo programcısı, Homini Gırtlak Laounge'nin işletmecisi ve aynı zaman da Silivrililerin fahri Psikatrisi. Gazetecilikten, sunuculuğa, metin yazarlığından, radyo programcılığına hatta aşçılığa kadar on parmağında on marifet bir güzel insan…

Bir tutam Özkan…
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Geçtiğimiz hafta sonu Kupe FM’de Özkan Kandemir’in hazırlayıp sunduğu Sessizliğin Sesi programına konuk olduk ve merak edilenleri sorduk. Engelli olmanın hiçbir şeye engel olmadığını söyleyen Kandemir “Geçirdiğim hastalık sonucu bir zamanlar yürümeyi öğrenirken, şimdi yürümeyi öğretiyorum” diyor ve ekliyor “Kocaman bir ailem var. İçiniz de mutluluk eksilmediği sürece hem kendinizi hem çevrenizi mutlu edebilirsiniz”

İşte Kandemir’le KÜPE Fm stüdyolarında gerçekleştirdiğimiz keyifli söyleşiden notlar;
 
Müge Cesur: Radyo programcılığına nasıl başladınız?
 
Özkan Kandemir: Radyo programcılığına 1990’lı yıllarda, radyoculuğun ilk başladığı yıllarda başladım. Türkiye’nin TRT1’den sonra özel radyo ve televizyonlara geçiş yaptığı sürede reklam seslendirmeliği yaparak başladım. Aslında tesadüf başladı da diyebilirim. Tıpkı senin benim programıma konuk olduğun gibi. Ben de radyoda bir şiir programına konuk olmuştum. Ben konuk olmayı beklerken yayın yapacak arkadaşımın hastalanıp gelemeyeceğini öğrendik. Ben gitmek üzereyken “Programı sen sunar mısın?” dediler. O günkü medeni cesaretimizle “Hadi deneyelim” dedik. Bir daha da bırakamadık.
 
M.Cesur: Bugüne kadar hangi radyo kanallarında çalıştınız?
 
Ö. Kandemir: İlk yerel radyoların kurulması Silivri’de oldu. O bakımdan şanslıyım. İlk burada başladım. Amatör radyolardan başlayıp, İstanbul’da profesyonel, ulusal radyolarda programlar yaptım. Radyo soft,Ekstra Türk,Radyo Net, Radyo 24 bunlardan bir kaçı. Aynı zaman da köşe yazarlığı, dublaj sanatçılığı, tv programcılığı, reklam ve metin yazarlığı, sunuculuk, işletmecilik gibi işler de bulundum. Şiir, kültür edebiyat programlarıyla öne çıktım. Radyoculuğumuzun ve televizyonculuğumuzun da ilk yıllarında siyasi oturum programlarından, eğlence programlarına kadar sunuculuk yaptım. Radyo yayın yönetmenliğinde de görev aldım. Kısaca radyo ve televizyonlarda olsun, matbu yayında olsun değişik görevlerde uzun süre çalışmalarım oldu.
 
M.Cesur: Programın ismi nasıl ortaya çıktı?
 
Ö. Kandemir: İsmi “sessizliğin sesi” oldu. Romantik dakikalar diye amatör şairlere ait bir programım vardı. Bir de gece programı yapmak istedik. Gece 00’dan 04’e kadar. Gecenin en sessiz saati gece 00’den sonra biliyorsun. O sessizliğe bir ses olalım istedik. O yıllarda, şu anki Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar’ın “ sessizliğin sesleri” isimli bir kitabından esinlenerek “Sessizliğin ilk sesleri” programını yapmaya başladım. Sonra “Sessizliğin sesi” oldu. O günden bu yana da “sessizliğin sesi” radyoculukta bir marka haline geldi.
 
M.Cesur: Radyo programcılığında sizi en fazla zorlayan şey ne oldu?
 
Ö.Kandemir: Hiçbir şey olmadı açıkçası. Zorlandığım bir noktayı hatırlamıyorum. Fakat canlı yayınlar, canlı bağlantılar hep risklidir. Belki canlı yayınlarda zorlandığım birkaç anım olmuştur.
 
M.Cesur: Programlarınızın akışı sırasında çok fazla rahat olduğunuz için övgü alıyorsunuz. Bu rahatlık profesyonellikten mi kaynaklanıyor?
 
Ö.Kandemir: Elbette yılların tecrübesinin mikrofon kamera karşısında rahatlığımın önemi var. Ben yapı olarak da kendime fazla güvenen birisiyim. Yapacağıma inandığım “ben bunu yaparım” dediğim bir şeyi yaparım. Elden rahatlığımı hiç kaybetmedim. Bu sanıyorum özgüvenden kaynaklanıyor. Ama heyecanını yitirdin mi diye soracak olursan hiç yitirmedim. Bu işi belki profesyonelce yaptım yıllardır. Ama inan her program, her programa çıkışım amatörce bir çıkıştır. Amatör heyecanın çıkışıdır. 20. Senem de olsa her programıma ilk defa bir programa çıkarcasına, ilk defa dinleyiciye sesleniyormuşum gibi çıkıyorum. O amatör ruhu kaybetmemeli insanlar. Siz yaptığınız işte ne kadar profesyonel olursanız olun, o amatör ruhunuzu kaybederseniz maalesef iş bir süre sonra fabrikasyona dönüyor ve anlamını yitiriyor.
 
M.Cesur:90’lı yıllarla bu dönemi kıyaslarsak hangi dönemde radyoculuk daha iyiydi?
 
Ö.Kandemir: Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor; mikrofonun ucundan insanların yüreğine, insanların düşüncelerine dokunabilmeyi hissediyorsunuz. Yani karşınızdaki insanları tanımıyorsunuz, görmüyorsunuz. Kaldı ki şu an iletişim çağında yaşıyoruz. Bizim radyoculuğa ilk başladığımız dönemlerde bu telefon bağlantıları, sms sistemine gelen mesajlar ya da Facebook’ta açılan sayfalar yoktu. Siz dinleyiciyi, dinleyici sizi göremiyordu. Ancak PTT yoluyla gelen mektuplardan iletişim kurabiliyordunuz. Her dönem çok daha iyiydi. Her dönemin kendine göre özelliği var. Ben böyle “eskiler, ah eskiler” diyen bir adam değilim. Yaşadığımız her şey eskide kaldığına göre üzerine fazla konuşmanın anlamı yok. Bugün seninle yaptığımız bu röportaj bile bir gün eskiyecek ve “zamanında güzel bir röportaj yaşmıştık” diye anımsayacağız. Eskiler eskidikçe güzelleşiyorsa, eskiyi de yaşadığınız gün, yaşadığınız anlar sizi eskiye götürüyor. Bu yüzden benim için eski yeni fark etmiyor. Her dönemin kendine ayrı bir güzelliği var. Keyif aldığım nokta şu; insanlarla iletişim kuruyorsunuz. Bu kalbi, ruhi bir iletişim. Onlarla o diyoloğu yakalamak çok önemli.
 
M.Cesur: Küpe FM ile birlikteliğiniz nasıl başladı?
 
Ö.Kandemir: Küpe Fm’le zaten hiç ayrı kalmadık. Kurulduğu yıllardan beri ben başka radyolarda olduğum zaman da, sahibi Rıdvan Sırdaş ve Dilek Sırdaş, yine aynı şekilde radyomuzun yayın yönetmeni Nurşah Emre ile görüşüyorduk.  Hadi bu dostluğu bir iş yerinde ekmek kavgasında paylaşım dedik. Karşılıklı aldığımız bir karar doğrultusunda haftada bir gün programımıza başladık. Fakat yoğun istek üzerine program saatini 1 saat daha uzattık. Pazar geceleri saat 22.00 ile 01.00 arası canlı yayında “Sessizliğin Sesi” programında dinleyicilerimle buluşuyorum. Küpe FM’merkezi Silivri’de. Karasal ağı Marmara’da Edirne’ye kadar ulaşıyor. Aynı zamanda uydu üzerinden yurt dışından da dinleniyor.
 
M.Cesur: Neden sadece haftada bir gün yayın yapıyorsunuz?
 
Ö.Kandemir: Kendime ait bir işyerim var. Homini Gırtlak Lounge. Oldukça kalabalık, Silivri sahilinde şirin bir mekân. Buraya gelenler daha masaya oturmadan beni görmek istiyorlar. Onlar yemeklerini yerken ben yanlarında olayım istiyorlar. O yüzden mekânımdan fazla ayrılamıyorum. Mümkün olduğu kadar da iş yerimde kalmaya çalışıyorum. Bu yüzden sadece Pazar geceleri müsait olabiliyorum. Diğer günler oldukça yoğun ama Pazar geceleri işimiz adına biraz daha sakin olunca radyoculuğa da zaman ayırabiliyorum. Aslında açık söylemek gerekirse Pazar geceleri radyoculukta en tehlikeli gündür. Biliyorsunuz ertesi gün bir Pazartesi yoğunluğu, iş stresi, ödeme sıkıntıları, işe gitme durumu var. Fakat sağ olsunlar beni hiç yalnız bırakmıyorlar. Uydu üzerinden yurt dışından da dinlendiğimiz için ABD’den, Almanya’dan mesajlar geliyor.
 
 
 
M. Cesur: Radyoculuk da işin içerisinde biraz gizem de giriyor. Aldığınız mektuplardan, maillerden size aşık olduğunu söyleyen çıkıyor mu?
 
Ö.Kandemir: Programın büyüsüne kapılıp ses tonuma konuştuğum kelimelere aşık olanlar oluyor tabi. Bu benim için öğretmenin öğrencisine aşkı gibi geliyor. Bana derin bir aşkla bağlı olsalar da, benim için hepsi ailemin ferdi gibi.
 
 
 
M.Cesur: Radyo programcılığının size ne getirisi oldu?
 
Ö.Kandemir: En önemli getirisi çevre. Ben özgürlüğüme çok düşkünüm mesela. İleride bir karavanada yaşama gibi bir hayalim var. Marjinal düşünceleri olan, sosyal yaşamda sürekli faaliyetlerin içinde yer alan biriyim. 30 yıldır Silivri’de yaşıyorum. Silivri’nin sokaklarında büyüdüm. Burayı her şeyden çok sevdim. Uzun saçlı, küpeli, dövmeli adam olarak sevdiler beni. Siyasi oluşumların için de yer aldım. Aslına bakarsanız üç nesil beni tanıyor. Şimdi mekanımda çocukluk arkadaşlarımın babalarını, çocuklarını ağırlıyorum. Hepsi ailem gibi. Bana en büyük getirisi çevre oldu anlayacağınız. Bir sürü arkadaşım, dostum var.
 
M.Cesur: Evlenmeyi hiç düşünmediniz mi?
 
Ö.Kandemir: Evlenmedim ve hiç evlenmeyi de düşünmedim. Evlilik özel bir duygu ve sorumluluk. Ben de isterim gerçekten aşık olmayı ve çok sevmeyi. Sevmedim değil; sevdiğim insanlar da oldu. Fakat her sabah uyandığınızda ve aynaya baktığınızda karşınızda görmekten bıkmayacağınız birinin olması gerekiyor. Ben çevremle, işimle, sosyal hayatımla evliyim.
 
M.Cesur: Bugüne kadar birçok işlerde yer aldın ve devam ediyorsun. Engelli olman hayatınızı hiç etkiledi mi? 
 
Ö.Kandemir: 3 yaşında çocuk felci geçirdim. Hala kısmi olarak engelliyim. Adım atmayı öğrenirken şimdi adım atmayı öğretiyorum. Engelli oluşum engel değil. Merdivenleri çıkamadığım zaman yardım istiyorum, gocunmuyorum. İnsanlar da bana yardım etmeyi seviyor. En az ailem kadar üzerimde emeği olan insanlar var. Engelli olmak hayatın sonu değil bunu öğrendim. Engelliyim diyerek hayata küsenlere örnek olduğumu düşünüyorum.
 
M.Cesur: Bölgede Meydan Gazetesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Ö. Kandemir: Benim için bölgenin Hürriyet Gazetesi gibi. Ben de yerel gazetelerde çalıştığım işin az çok işin içerisindeyim. Baskısı, mizanpajı daha da önemlisi hatayı birebir yazmadı güzel. Doğruyu övdüğü kadar, yanlışı yermesi de.
 
M.Cesur: Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğin bir mesaj var mı?
 
Ö.Kandemir: Öncelikli programıma katıldığın için sana ve Bölgede Meydan Gazetesi ailesine teşekkür etmek istiyorum. Ben hata yapmayı sevmeyen ve hatalarımı çok çabuk telafi eden birisiyim. Belki bilmeden kırmış olduğum insanlar olabilir. Bu vesileyle onlardan da bir özür dilemek isterim. Herkesi çok seviyorum.

MÜGE CESUR