Şenay KOBAK

Silivri'yi dinliyorum gözlerim kapalı…

Şenay KOBAK

Caddeler sokaklar sessizliğe bürünmüş, martıların sesleri geliyor uzaktan uzağa kulağa…

İnsanları mı çağırırlar simit atmak için, yoksa insansızlığa mı sevinirler, bilinmez…

Çekilmiş kayıklar kıyılara, bağlanmış halatları demir kancalara, sessizce usul usul sallanırlar suda, sanki uzaklaşmak istercesine engin denize, açılmak istercesine çekiştirirler halatları…

Kimi sevdiklerinin adını vermiş onlara, kimi kaybettiklerin adını, kimi de belki “ne yaparsa yapsın hiç geri gelmeyeceklerin” adını… Kimi de hayattan hala umutla geleceği günü beklediğinin adını. Kim bilir. İnsan içi bu. Dipsiz bir kuyu gibidir… Bilemezsin söylenmeyince!

Kalmış kenarda balık ağları öylece sahilde, terkedilmişçesine…Onları onaran, yırtıklarını diken o emek dolu elleri beklercesine… Dudağında yanan cıgarası, ıslak ellerinle onları dikerken bir yandan da diğer arkadaşına söylenir: ”Bugün su durgun Nihat alırız balık, diğeri de ona: ”Dikkat et sen, dikerken ağındaki delikler içindeki balıklardan büyük olmasın". “Boş ver be Kazım kaçan balık büyük olur bilmez misin" deyip gülerler… Kim bilir, belki de hüzünleri gülüşlerinde saklıdır bu emekçilerin, öyle ya, balıkta ağlar ama haberi olmaz denizin…

Uzaktan gelen bir delikanlının sesine dönerler: ”Bu virüs insanları azaltmak içinmiş dayııı” diye. Döner gene önüne, ıslak ellerinle alıp atar cıgarasını ve homurdanır: ”Nasihat istersen tembele iş buyur ”diye…

Çay bahçelerinde açan çiçekler, kaldırılan sandalyeler hüzün getirmiş sahile, tıpkı bahara küsmüş dallar gibi soğuk ve renksiz… Aralarında dolaşan kediler, sahipsiz gibi kala kalmışlar…Çocuk seslerin yok olması, baharda hiç çiçek açmaması kadar anlamsız kalmış…

Ya o hayattan tecrübeli, kırışık elli kahverengi ayakkabılı, siyah çantalı, beyaz saçlı yaşlıların olmamasına ne demeli? Hani gri pantolonlu kahverengi yelekli amcaların çay kaşığı tıkırtıların olmaması?

Aslında beyaz saçlardan ve yüz buruşukluğundan ziyade, artık geç kalındığı, oyunun oynanmış olduğu ve bundan sonra, sahnenin başka bir nesle ait olduğu duygusunu hissettirmekte olmasındandı o burukluk…

Boşuna denmez:” Gençliğin güzel bir yüzü, ihtiyarlığın güzel bir ruhu vardır” diye. İşte o "ruh boşluğunun" hissedilmesiydi bu burukluk.

Güzel milletiz biz bakmayın siz. Hem de çok güzel. Sıcaktır kalplerimiz bizim, kıyamayız biz öyle yabancılar gibi. Biz hiç on sekiz yaşını doldurmuş oğlunuzu “Tamam artık evden gidebilirsin” diyen annemizi duyduk mu? Yok, asla da duyamayız. Kıyar mıyız biz evlatlarımıza. Evlat o be, cennet kokusu…

Başka milletiz biz, özlemimiz de başkadır bizim. Çoktan özledik dükkânına girer girmez “iki çay kap gel ”diyen o samimi sesleri…

Bizim Vatanımıza, Bayrağımıza, Askerimize,Ezan sesine olan düşkünlüğümüz başkalarında yoktur! Dedim ya başka milletiz biz diye…

Uzun lafın kısası:

Yüce Yaradan tez zamanda dünyaya yapışan şu virüs denilen illetten arındırsın insanlığı…

Ve bu insanlıkta, umut ediyorum ki evde kaldığından beri birçok şeyi düşünme fırsatı bulmuştur…

Mesela, koca koca evleri almak için konum mevki statü için, hiç düşünmeden diğerinin üstüne basarak, zavallının emeğini basamak yaparak nasılda o evlerin birer modern hapishanelere dönüştüğünü anladığı gibi… Gibi… Gibi…Gibi...

Yaşayıp gidiyoruz işte, bazen cümle âlem birlikte, bazen yapayalnız içimizde…Yaşamak bu ya! Kime göre? Neye göre? Ama illaki yaşamaktır ya adı!

Çiçek açsın efendim, kıştan çıkan gönül dallarınız… İlkbaharın geldiğini hissedin. Yaşayın, hissederek farkında olarak yaşayın baharı...!

Tabiat bahar gelince güler ya, lütfen bizler de dikkat edelim baharda bastığımız yerlere, zira Tabiat ana gebe olduğunu unutmayalım!

Ben size katılamayacağım bu bahar, zira bu baharda sonbahar hüznü ile kışın soğu ve ölümün karanlığı var içimde… E, gönlünde sonbaharın hüznünü taşıyan birine, ilkbaharın güzelliğini anlatamazsınız tabi, tıpkı gidenlerin kalanlar kadar ölmediklerini anlatamadığınız gibi…

Evde birlikte olmanın tadını çıkarın efendim…

Sevdiklerinize Sevgiyle Sarılarak Kalın…

Chenay Kobak

Yazarın Diğer Yazıları